Ana içeriğe atla

Tuhaf

   İnsan, ne tuhaf bir birleşim. Uzaktaki tabiat manzarasını kapatıyor diye dibimizdeki ağacı keseriz. Bir kişi için, kendi iyiliğimiz için birden fazla kişiye kötülük nakşetmekten geri durmayız. Sevdiklerimiz uğruna ateşten gömlek giyeriz ama, ruhumuzu bir adım ileri götürecek gücü israf sayarız. Tüm bu gerçeklerden sonra büyümeyen ağacı, gösterilmeyen iyiliği ve yolunda gitmeyen yazgımızı suçlamayı da hak biliriz. Ne ektik, ne biçeceğiz? Ne kadar ilerledik ki? Aynı yerde durmak adetimiz olmuşken, ilerlememek hangi kalbin huzurunu çalabilir?

   Küçük ve geçici hazlarımızın gölgelediği büyük ve olması gereken hazlar sürekli yarını bekliyor. Oysaki yarın esasında yok, şimdiki zamanın içerisinde yarın hiç var olmadı. İçinde bulunduğumuz an ve bu anlarda verdiğimiz kararlar bizlere daha yakın, daha hakiki. Bizler yaşamdan geçip giderken iz bırakma gayesini bilinçli noktaya getirmek gerek. Eski ve bir başkasına ait resmi duvarından indirdikten sonra, kendisine ait eseri duvarında boş kalan yere asanlarımız olmalı. Deneyimlerini kendine saklamaktan vazgeçip, insanlara yaşadıklarını kılavuz niteliğinde aktaranlarımız olmalı. Bana göre iz bırakmak olgun bir seçim değil, insana has bir görevdir. Biz bu görevin bilincini kaybedersek, bırakın bir şeyler yaratmayı, kendimi yok etmiş oluruz.

   Sıradanlık hiçbir çağda moda olmamalı. Her bir insan farklı birer renk… Gökkuşağı, kendisini kıskandırmamızı bekliyor. Bu bekleyişi uzun tutmamalı, içimizdeki yaratma isteminin sıcaklığını makul değerde korumalıyız. Ancak böyle anlamsızlıktan kurtarılır hayatlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mandy

  Bilirsin Mandy, en iyi sen bilirsin Sana olan ezberim, En sevdiği oyuncağıdır yaramazın Bilirsin ne anıları tükettim, Ne gerçekleri süpürdüm aklımdan Sırf olman için tek hatıram. Olur ya bir gün Zaman yakama, Mecburiyet aklıma yapışırsa Ezberini çaldırırsam o gün En sevdiğim oyuncağımla öldür beni Renksiz bir aklın hatırlamasına, Yoktur artık lüzum   Ne çiçeği Mandy, Ne çiçeği sevgilim Sana ormanları bahşettiler Yüklere kantar oldu göğsüm Sana ormanları verdiler Sana, ormanları verdiler Gözündeki tabiatı önüne seremediğim gün Sana ormanları hak bildiler Bunaydı üzüntüm   Yokluk adınla başlar Mandy Açlık yetişir olmadığın topraklarda Cehennem ateşiymiş, Alevin atasıymış Yakarmış, yıkarmış Öyle diyorlar Baksana sen içime Yirmi yıl evvel kül olan bile yanmış Baksana sen içime Yoksun diye kaç cennet kendini asmış Cehennem ateşiymiş, Yakarmış, yıkarmış Ne cehennemi sevgili Mandy Bir kez olsun bak içime Kaç cehenne

Sabır Üstüne

     Çevrendeki herkes ve her şey adeta yıkım için yaratılmışken sabır inşa etmek ne de zor. Sabrı günden güne ulaşılmaz hale sokan sebep de bu sanırım. Belki de aslında her birimiz hayatı hazmedebilecek tahammüle sahibiz, fakat şartlar tahammülümüzü gözlerimizin önünde kül ediyordur. Fakat bu senaryoda da bir tezat çıkıyor karşımıza. Zaten tam da şartlar değil miydi sabrımızı kullanmamız gereken yerler?    Bugünlerde herkes unutkan. Evden çıkarken tebessümünü yanına almayı unutan birçok insan görüyorum, maalesef buna ben de dahilim. Umarım hepiniz evde bir yerlerde unutuyorsunuzdur tebessümü. Zira ağrılar dolu geçmişte veya kuruntuların yiyip bitirdiği gelecek kaygısında unutulan tebessümlerin, dudaklarınıza dönen yolu bulması çok zor. Bir de gülüşünü çaldıranlar var tabi, yuvayı terk etmek gibi… Hele tebessümü hiç tanımayanlar, yuva onları terk etmiş sanki.    Mutluluk; aranıp da bulunan değil, yaratılan bir histir. Ne kadar yaratıcı olduğunuz ise, bakış açınıza paralel bir durum

Soyut

      Öfkenin kirlettiği bir hal taşıyorum kendimde. Bu hal ne aklanıyor, ne de anlamlı bir amaca hizmet ediyor. Beni tüketmekten öte hiçbir eylem göstermiyor. Karşılaştığım her durumu öfkeyle harmanlamaktan kaçamıyorum. Kaçma çabamı ,ki eğer böyle bir şey varsa, tam olarak neye gösterdiğimi de biliyor sayılmam. Sadece savrulduğumu hissedebildiğim zamanlarda yaşadığımı farkedebiliyorum. Ne mutluluk ne heyecan, hiçbiri düzelme uğruna uygulamaya kalkıştığım hamlelere ortakçı olmuyor.     İyi hale erişmeyi denemekten başka seçeneğim olmadığını görüyorum. Fakat görmek tek başına bana hiçbir kazanç sağlamıyor. Bunların bilincinde olmak bazen uyanışıma vesile oluyor ama bu uyanışlardan sonra uykuya beş dakika gibi aciz bir süre kalıyor. Uyanık olduğum sürenin uykuda olduğum süreden daha fazla olduğu zaman dilimini uzaktan bile görecek olsam, koşar boynuna sarılırdım. Bu denli açım normalleşmeye.     Ara sıra da olsa kendimi sorguladığım oluyor. Ömrümün çoğunluğunda aptalca kar