İnsan, ne tuhaf bir birleşim. Uzaktaki tabiat manzarasını kapatıyor diye dibimizdeki ağacı keseriz. Bir kişi için, kendi iyiliğimiz için birden fazla kişiye kötülük nakşetmekten geri durmayız. Sevdiklerimiz uğruna ateşten gömlek giyeriz ama, ruhumuzu bir adım ileri götürecek gücü israf sayarız. Tüm bu gerçeklerden sonra büyümeyen ağacı, gösterilmeyen iyiliği ve yolunda gitmeyen yazgımızı suçlamayı da hak biliriz. Ne ektik, ne biçeceğiz? Ne kadar ilerledik ki? Aynı yerde durmak adetimiz olmuşken, ilerlememek hangi kalbin huzurunu çalabilir?
Küçük ve geçici
hazlarımızın gölgelediği büyük ve olması gereken hazlar sürekli yarını
bekliyor. Oysaki yarın esasında yok, şimdiki zamanın içerisinde yarın hiç var
olmadı. İçinde bulunduğumuz an ve bu anlarda verdiğimiz kararlar bizlere daha
yakın, daha hakiki. Bizler yaşamdan geçip giderken iz bırakma gayesini bilinçli
noktaya getirmek gerek. Eski ve bir başkasına ait resmi duvarından indirdikten
sonra, kendisine ait eseri duvarında boş kalan yere asanlarımız olmalı.
Deneyimlerini kendine saklamaktan vazgeçip, insanlara yaşadıklarını kılavuz niteliğinde
aktaranlarımız olmalı. Bana göre iz bırakmak olgun bir seçim değil, insana has
bir görevdir. Biz bu görevin bilincini kaybedersek, bırakın bir şeyler
yaratmayı, kendimi yok etmiş oluruz.
Sıradanlık hiçbir
çağda moda olmamalı. Her bir insan farklı birer renk… Gökkuşağı, kendisini
kıskandırmamızı bekliyor. Bu bekleyişi uzun tutmamalı, içimizdeki yaratma
isteminin sıcaklığını makul değerde korumalıyız. Ancak böyle anlamsızlıktan
kurtarılır hayatlar.
Yorumlar
Yorum Gönder